Yapı Denetimi ve Müteahhitlik Çıkmazı

Bu yazıda Türkiye'deki yapı denetim yöntemlerinin ve müteahhitlik mesleğinin sistemsel çıkmazdaki yeri, çözüm yolları ortaya konularak incelenmiştir.7 min


54

Giriş

Henüz imar affı ile ilgili tartışmalar bitmemişti ki İzmir’de yaşanan deprem, Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir deprem gerçeğiyle karşı karşıya olduğunu hepimize hatırlattı. 2020 yılında Türkiye dışında gerçekleşen 20 depremde 13 kişi hayatını kaybederken, Elazığ’da 41, İzmir’de ise 110’dan fazla insan yaşamını yitirdi. Yaşanan can kayıpları, “Türkiye’deki müteahhit çalışmaları ve yapı denetimleri düzgün gerçekleştiriliyor mu?” sorusunu akıllara getiriyor. 

Uygarlık tarihinde önemli bir yeri olan müteahhitlik mesleği ve bu meslek dalında çalışan kişilerin Türkiye’de yürüttüğü faaliyetler birçok eleştiriye maruz kalıyor. Çoğu Avrupa ülkesinde saygın bir meslek olarak anılan müteahhitlik neden bizim ülkemizde yozlaşmış bir meslek dalı olarak görülüyor? Cevabı meslek dalında aramaktan ziyade, bu meslek kolunda faaliyet yürüten kişilere ve denetim sistemine yönelik ufak bir gözlem yapmakta fayda var. 

  

A. Yaşama Hakkının Getirdiği Sorumluluklar

Hiç şüphesiz ki insanoğlunun varlığı, temel ihtiyaçlarının sağlıklı ve özenli bir şekilde karşılanması şartına bağlıdır. Her bireyin yalnız insan olmaktan kaynaklanan ve kimse tarafından önlenemez temel hakları bulunmaktadır. Bunların başında ise yaşama hakkı öncelikli bir yere sahiptir. Anayasa’nın 17. maddesi ile teminat altına alınan maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı da buna bağlıdır ve kişi ancak uygun barınma şartları sağlandığında bunu gerçekleştirebilir. Buna paralel olarak birçok belediye, siyasi otorite ve uluslararası kuruluş; kent sakinleri için insanca yaşam hakkının gerçekleşmesi hususunda çalışma yapmıştır. Bunlardan en çok kabul göreni ise Avrupa Kentsel Şartı’dır. Bu metinde hükümetlerin onayı ve katılımı değil, yerel yönetimlerin imzası dikkate alınmıştır. Şart, yerleşim yerlerindeki yaşam kalitesinin artırılmasını, mevcut konut varlığının iyileştirilmesini amaçlamaktadır. Bu bağlamda kent sakinleri, özel hayatı koruyan sağlıklı ve yeterli konut hakkına sahiptir. Ayrıca bu gibi hizmetlerin herkese eşit ve adil sunulması sorumluluğu yerel yönetime yüklenmiştir. Ancak bugün itibariyle bu kadar önemli ve yaşam kalitesiyle doğrudan ilişkisi bulunan bu sözleşmeyi Türkiye’de imzalayan herhangi bir yerel yönetim birimi bulunmamaktadır.

Yerel yönetim birimlerinin sorumluluğu bir yana, bireyin yaşam düzeyi ve sosyal güvenliği alanlarında gereken tedbirleri almak sosyal devlet ilkesinin bir gereğidir. Bu bağlamda imara uygun bölgelere karar vermek ve bu bölgelerdeki yapıların güvenliğini sağlamak devletin görevidir. Söz konusu sorumluluğun yüklediği fonksiyonu yerine getirmenin başlıca yolu sağlıklı ve adil yapı denetim sisteminden geçmektedir. İşte can ve mal güvenliğinin temin edilmesi çerçevesinde kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak amacıyla 2001 yılında Yapı Denetimi Hakkında Kanun çıkarılmıştır. İlgili kanunda yapı müteahhitliğe bazı teknik sınırlamalar getirilmiş olmakla birlikte, yarınları inşa etmek görevini üstlenen müteahhitlere, inşaat dalında mesleki eğitim almış olma koşulu bir yana, üniversite mezunu olma şartı bile getirilmemiştir. Mesleki yeterlilikten yoksun bu gibi insanların inşaa ettikleri yapılarda yaşamak bile tüyler ürperticiyken, yapı denetim sisteminin sağlıklı çalışıp çalışmadığı tartışmasına girmenin yetersiz kaldığı aşikardır. 

 

B. Deprem Gerçeğini Reddetmeyen Bir Sistem

Deprem, yeryüzünün şekillenmesine etki eden en önemli doğa olayıdır ve özellikle son yüzyılda Türkiye’yi sarsan bir gerçektir. Bu gerçeğin en yakın faturasını İzmir’de ödendi ancak herkesin korkuyla beklediği büyük İstanbul depreminde daha korkunç senaryolarla karşılaşma riskimiz İzmir’dekinden kat ve kat fazla. Yapılan araştırmalara göre hazırlıksız yakalanıldığı takdirde, 7.5 büyüklüğündeki bir deprem nedeniyle İstanbul’da 48 bin binanın yıkılacağı veya ağır hasar alacağı öngörülmektedir. Gereken önlemleri almayıp depremin sonuçlarını “kader” kavramıyla açıklamak, ne bilimsellikle bağdaşır ne de sosyal devlet anlayışıyla. Deprem gerçeğini görmezden gelmek yerine, sahici bir yaklaşımla gereken önlemlerin alınması ve sağlıklı bir denetim sisteminin kurulması şarttır. Projelendirme, malzeme kalitesi ve uygulama aşamalarını içine alacak şekilde inşa sürecinin tamamında “adil” bir denetim sistemi en önemli öncelik olmalı.

 

C. Yapı Denetiminin Hukuki Yönü ve Uygulamadaki Sorunları

Türkiye’nin aktif deprem kuşağında bulunması, yapı denetimlerinin sağlıklı bir şekilde yapılamaması ve bunun sonucunda yüzlerce can kaybının yaşanması, yapı güvenliği ve deprem konusundaki eksikleri gün yüzüne çıkarmıştır. Denetimsizlik sebebiyle yaşanan can kayıplarını önlemek ve sorumluların insani ve mesleki yaklaşımdan uzak faaliyetlerini cezalandırmak için 4708 sayılı kanun yürürlüğe konmuştur. Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte, inşa edilecek her cins yapı, Yapı Denetim Kuruluşlarının denetiminden geçmeye başlamıştır. Bu kapsamda yapı denetim firmaları, hizmet sözleşmesi ile işe başlayarak yapının, Yapı Ruhsatı ve İskân şeklindeki aşamalara uygunluğunu denetler. Söz konusu denetimleri yaparken 4708 sayılı kanunun 3. maddesindeki sorumlulukları üstlenirler. Bunun yanında ilgili firmanın hukuki sorumlulukları şu şekilde sıralanabilir:

  1. Yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında (2-15 yıl) sorumludurlar (4708 sayılı Kanun).
  2. Kamu idaresine karşı fenni mesuliyetleri vardır (4708 sayılı Kanun).
  3. Cezai sorumluluk (TCK md. 204 ve 4708 Sayılı Kanun Madde 9)
  4. Ayıplı ifa ve kusur (TBK)

Görüldüğü üzere yapı denetimi ile ilgili mevzuatta gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Peki uygulamada denetimler bu şekilde mi gerçekleşiyor? Depremdeki can ve mal kayıpları gözümüzün önünde dururken sorunun cevabını uzaklarda aramak abesle iştigaldir. Sistem insan odaklı hareket etmemektedir. İnsan yaşamını hiçe sayan binaların, proje aşamasından tutun, uygulama aşamasına kadar devlet tarafından düzenli ve adil bir biçimde denetlenmesi ve sorumluların da usule uygun bir şekilde cezalandırılması gerekmektedir. 

 

D. Günümüz Müteahhitliğinin Dayanılmaz Hafifliği(!)

Müteahhitliğin oluşum tarihine bakıldığında, tıpkı modern dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de modernleşme çabaları ile gündeme gelen; siyasi, ekonomik ve sosyokültürel dönüşümlerle ortaya çıkan bir değişim öyküsü olduğu görülmektedir. Ancak mesleğin ortaya çıkış öyküsü, söz konusu alanda faaliyet gösteren bir kısım müteahhitin mesleki ve teknik bilgiden uzak olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Deprem bir doğa olayıdır. Ancak ne zaman bilimin ve teknik alt yapının gerekliliklerinden uzaklaşılırsa, işte o zaman bu doğa olayı afete dönüşür. İnsanların, depremin sonuçlarını kelimenin tam anlamıyla “canıyla” ödedikleri bu sistemin en büyük sorumlularından bir de müteahhitlerdir. Ne yazıktır ki ülkemizdeki müteahhitlik faaliyetleri, günümüzün güvenlik sorunu halini almıştır. Ranta odaklı yasal düzenlemeler bırakılsa dahi bunun uygulamada yansımalarını görmek gerekir. Ancak Türki’ye söz konusu iki yola ilişkin hiçbir gelişme görülememekte ve sistem can almaya devam etmektedir. Sorunun çözümü aslında çok barizdir. Müteahhitlik yapacak kişilerin yeterli bir mesleki eğitimden geçmeleri, kayıt altına alınmaları ve geçmiş deneyimleriyle birlikte belli aralıklarla bilgi denetiminden geçirilmeleri gerekmektedir. Bu konuda binlerce defa uyarı yapan TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası dikkate alınarak, meslek örgütlerinin de katılımıyla sağlıklı bir yönteme başvurulmalı, mimar ve mühendis odalarını da içine alan bir kontrol sistemi geliştirilmelidir. 

Sonuç

Depremlerin afet olarak yaşanması bir ülkenin kaderi olmak zorunda değildir. “Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz” kalıbı; ölümlere, kayıplara, sorumsuzluklara alışmalıyız şeklinde algılanmamalı. Tam tersine bu tabir, gereken önlemlerin alınarak geleceğe kuşkuyla bakılmamasını tanımlamaktadır. Deprem sonrası yaraların sarınmasına değil, gereğinin yapılmaması halinde cezai sorumlulukların herkes için eşit bir şekilde var olacağının bilincinde olan denetim firmalarına ve müteahhitlere ihtiyaç vardır. 

Her afet sonrası yaşanılan acı elbetteki tarifsizdir, depremzedelerin yaşadıkları travmalar da bir o kadar sarsıcıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, acının üstünü kapatmanın, sessiz kalıp “kader” demenin kimseye faydası bulunmamaktadır. Yaraları sarmanın tek yolu, onları hatırlamak ve sorumluluktan kaçanların rant peşinde koşmaya devam etmesini engellemektir. 

Bilimi ve tekniği esas alması gereken, mühendisliğin etiğiyle yoğurulması zorunlu olan müteahhitlik mesleğini tekellere veya taşeron firmalara bırakmak, insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Yukarıda da incelendiği üzere yarınları inşaa etmek görevini üstlenmiş bu bireylerin, kesinlikle kaliteli bir mesleki eğitimden geçirilmiş olması ve belgelendirilmesi gerekir. Mevcut sistem, önüne gelenin müteahhit olabildiği bir yapıdan çıkarılmalı ve mesleği yapabilmenin deneyim, bigi ve iş ahlakı gerektirdiği bir sistem haline getirilmelidir. 

Hiç şüphesiz ki söz konusu felaketleri önlemenin diğer bir önemli ayağını da yapı güvenliği ve denetimi oluşturmaktadır. İmara uygun belgesi verilen bölgelerdeki yapıların güvenlinin denetimi devletin sorumluluğundadır. Ancak ülkemizdeki yapı denetim kuruluşları, özel hukuk tüzel kişileridir. Söz konusu kuruluşlarda hizmet veren denetçi mimar ve mühendislerin yetkinliklerinin sadece denetçi belgesi ile sınırlı tutulması ve denetim konusunda Meslek Odaları’ndan yardım alınmıyor olması düzeltilmesi gereken bir noktadır. Ayrıca tıpkı müteahhitlerde olması gerektiği gibi yapı denetim firmalarında çalışan mühendislerin de belirli aralıklarla eğitime ve sınava tabi tutularak mesleki yeterliliklerinin denetlenmesi gerekmektedir.

Türk kamu yönetiminin yıllardır süregelen yegane sorunu, siyasallaşmış ancak kurumsallaşmamış yapılarıdır. Gerek projelendirme, gerekse inşaa aşamalarında adil bir düzen esas alınmalı ve denetim mevzuatı herkese eşit bir şekilde uygulanmalıdır. Yapı denetim sistemi, sadece bir imza prosedürü olmaktan çıkarılarak meslek odaları ve yerel yönetimlerle birlik içerisinde çalışılmalıdır. Bu yöntemle birlikte, vatandaşlara daha sağlıklı ve insan odaklı bir yaşam ortamı oluşturulması süreci, sağlam bir zemine oturtulmuş olacaktır. 

Depreme dair unutmamamız gereken bütün bu detaylar Türkiye gerçeğidir ve bu hakikat, sorunlar yığınının arasında kaybolmamalıdır. Herkes bu sorunun bir parçası haline gelmektedir. Bu sebeple siyasi otoritesinden belediyesine, işçisinden denetimcisine ve hatta vatandaşın kendisine kadar uzanan ve düzeltilmesi gereken pürüzleri barındıran bu sistemi ciddiye almamız gerekmektedir. Geleceğimizi kurtarmak sadece ve sadece bizim ellerimizdedir. Unutulmamalıdır ki, modern ve sağlıklı işleyen bir sistemle güzel bir gelecek kurmak hiç de uzak değildir. 

Kaynakça

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

54

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.