Savunma Hakkının Sınırları: Av. Vahit Bıçak Yargılanmalı mı?

"Ceren Damar, sanık Hasan İsmail Hikmet’i rahatsız ediyordu. Sanık, öldürdüğü Ceren Damar’ın cinsel isteklerine boyun eğmek zorunda kalmış."11 min


80

Ne Olmuştu?

Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi araştırma görevlisi olan Ceren Damar Şenel, 2 Ocak 2019’da sınavda kopya çektiğini tespit ettiği öğrenci Hasan İsmail Hikmet tarafından üniversitedeki odasında öldürüldü. Şenel, gözetmen olarak girdiği Medeni Usul Hukuku sınavında kopya çeken Hikmet’i önce uyarıp sonra hakkında tutanak tutmuştu. Hikmet, Şenel’e üniversitedeki odasında emekli polis babasının silahıyla iki el ateş ettikten sonra Şenel’i 17 kez bıçakladı. Hikmet, “kamu görevlisini canavarca hisle ve kasten öldürmek” suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanıyordu. Davanın önceki gün görülen karar duruşmasında sanık Hikmet’e, “canavarca hisle veya eziyet çektirerek, kişiyi yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle tasarlayarak öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Sanığa “ruhsatsız silah bulundurmak ve silahla tehdit” suçundan da 3 yıl hapis cezası verilirken, cezada takdir indirimi uygulanmadı.

Avukat Vahit Bıçak’ın Savunması Kararın Önüne Geçti

Sanık avukatı olarak görev yapan Vahit Bıçak’ın savunması, kararın önüne geçerek gündem oldu. Sosyal medyada Vahit Bıçak’ın yargılanması için binlerce tweet atıldı. Vahit Bıçak savunmasında özetle:
“Sanığın vücudunu geliştirmesi, maktuleye çekici gelmeye başlamıştır. Ceren Damar, sanık Hasan İsmail Hikmet’i rahatsız ediyordu. Sanık, öldürdüğü Ceren Damar’ın cinsel isteklerine boyun eğmek zorunda kalmış, Ceren Damar sanığa cinsel saldırı suçunda bulunmuştur. Sanık, cinsel saldırı mağdurudur. Sanık, Ceren Damar’ı hocası olarak gördüğünü söyleyip onu reddetmiştir. Ancak görüşmeleri devam etmiş ve cinsel birliktelik yaşamışlardır. Sanık Hasan taciz mağdurudur. Danışman hocası Ceren Damar ile cinsel ilişkileri vardı. Ceren, Hasan’ı tehdit ederek bu ilişkiyi devam ettirmiştir.” demiştir.

Bu savunmanın ardından tepkiler büyürken Adalet Bakanı ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı da sanık avukatının savunmasına tepki göstermişlerdir.

Savunma Hakkının Sınırları Nelerdir?

Bilindiği üzere savunma hakkı, sanığın en temel haklarındandır. Savunma hakkının temelini irade özgürlüğü oluşturur. Bu hak kapsamında sanık, savunma araçlarını ve kendi savunmasının kapsamını kendi iradesiyle özgürce belirleyebilmelidir. Peki sanık avukatının ifadeleri savunma hakkı kapsamında değerlendirilebilir mi?

Öncelikle savunma; maddi ve hukuki savunma şeklinde de sınıflandırılabilir. Maddi savunma veya başka bir anlatımla fiili savunma, bir fiilin gerçekten işlenip işlenmediğine ilişkin savunmadır. Bu tür savunmayı, sanık kendisi de yapabilir. Eylemin hukuk kuralları karşısındaki durumuna ilişkin savunma ise hukuki savunmadır.

İddiaya iddianın muhatabının cevap vermesi gerekir. Bu noktadan konuya yaklaşıldığında maddi savunma hakkı, kural olarak sanığa ait bir haktır. Bu nedenle maddi savunma bireyseldir. Müdafi maddi savunma yapamaz. Hukuki savunma ise bireysel olabileceği gibi kolektif de olabilir; yani sanık tarafından yapılabileceği gibi müdafi tarafından da yapılabilir. Sonuç olarak sanık, savunma hakkı çerçevesinde somut ve gerçek bir hukuki savunma için iki olanağa sahiptir; ya kendisini bizzat savunur ya da bir müdafiin yardımından yararlanır. Diğer bir söyleyişle sanık, teorik olarak maddi savunmanın yanı sıra hukuki savunma da yapabilir ancak müdafi sadece hukuki savunma yapabilir.

Sanık, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tanımlanmış olup savunmayı mümkün kılan somut haklarını kullanmasında sakınca yoktur. Ancak ceza muhakemesi kuralları; örneğin sanık delilleri kararttığında, yalan söylediğinde bunun savunma hakkı kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini ortaya koymamaktadır. Bu nedenle sanık açısından dahi savunma hakkının sınırlarının belirlenmesi, yani maddi gerçeğin ortaya çıkartılması ile sanığın korunması arasındaki dengenin kurulması gerekir. Muhakeme hukuku, savunma hakkını tanımakla beraber bunun sınırlarını çoğu zaman ortaya koymaz. Bazı hallerde savunmanın sınırlarını maddi ceza hukukunda bulmak mümkün olabilir.

Doğal savunma içgüdüsü ile hareket eden sanığın savunma hakkının sınırları, diğer süjelere oranla daha geniştir. Sanık suçun delillerini yok edebilir, gizleyebilir, değiştirebilir. Değiştirilmiş olan delilleri duruşmaya getirebilir ve kendi lehine kullanabilir. TCK m. 281/1 gereğince sanık, kendi suçunun delillerini karartması halinde cezalandırılmaz. Sanık, savunmasında kendisine yüklenen fiil ile ilgili yalan da söyleyebilir. Yalan söylemek, savunma hakkının bir kullanım şekli olarak kabul edilebilir. Suçların yasallığı ilkesi uyarınca genel ve özel ceza kanunlarında suç olarak gösterilmemiş olan bir fiilinden dolayı sanık cezalandırılmaz.

Sanık, savunma hakkını kendisine tanınan haklar çerçevesinde kullanır. Üçüncü şahıslara etki etmediği sürece sanık, her soruya gerçeğe aykırı cevap verebilir. Yalan söyleyerek savunma yapmak suç sayılmaz. Ancak, hemen belirtelim ki, Türk öğretisinde, kendisine isnat edilen fiil hakkında gerçek dışı beyanlarıyla suçsuz olduğunu bildiği bir kişiyi zan altına sokan sanığın, iftira suçundan doyalı cezalandırılması gerektiği ileri sürülmektedir.

Türk Ceza Kanunu m. 277’de yargı görevi yapanı etkileme; m. 281’de suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme; m. 282’de suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama; m. 283’de suçluyu kayırma; m. 284’de hakkında tutuklama kararı verilmiş veya hükümlü kimsenin yerini ya da suç delillerini bildirmeme; m. 285’de soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal; m. 286’da soruşturma ve kovuşturma işlemleri sırasındaki ses veya görüntüleri yetkisiz olarak kayda alma; m. 288’de adil yargılanmayı etkilemeye teşebbüs suçları tanımlanmıştır. Bu suçların faili; suç tanımında “kişi”, “kimse” olarak gösterilmiştir. Kural olarak bu suçların faili herkes olabilir. Avukatlık K. m. 62’ye göre, Avukatlık Kanunu ve diğer kanunlar gereğince avukat sıfatı ile veya Türkiye Barolar Birliği’nin yahut baroların organlarında görevli olarak kendisine verilmiş bulunan görev ve yetkiyi kötüye kullanan avukat, Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi hükümlerine göre cezalandırılır.

Dolayısıyla yukarıda belirtilen adliye aleyhine işlenen suçların hukuka aykırılık unsurunu, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tanınmış olan yetkilerin ve özellikle savunma hakkının sınırlarının aşılması oluşturur.

Adli mekanizmanın işleyişini koruyan bu suçlar, kural olarak herkes tarafından işlenebilen suçlardır. Dolayısıyla müdafii avukatın bu suçların faili olamayacağını kesin bir ifadeyle söylemek mümkün değildir. Bu suçlar, kural olarak özgü suç olarak tanımlanmamıştır. Müdafiin faaliyetleri, adli mekanizmayı frenler; frenlemesi de gerekir. Çok genel bir söylemle müdafiin faaliyetleri, ceza soruşturmasını engelleyici faaliyetlerdir. Örneğin müdafiin sanığa susma hakkını öğretmesi bile belki de suçunu ikrar edecek olan sanığı bundan alıkoyacaktır. Ancak ceza soruşturmasını engelleyen bu faaliyetler, ya suç tanımına uymazlar ya da suç tanımına uymakla birlikte mesleğin icrası, savunma hakkının kullanılıyor olması gibi nedenlerle hukuken meşru kabul edilirler. Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan kaynaklanan yetkilerin, yani kanun hükmünün icra ediliyor ya da savunma hakkının kullanılıyor ya da avukatlık mesleğinin icra ediliyor olması bu suçların oluşmasını engeller.

Yukarıda belirtilen suçlar bakımından ilgili suçun hukuka aykırılık unsuru kapsamında müvekkiline savunmasında yardım ederken veya müvekkili sanığın yanında bireysel savunmayı hukuki savunması ile desteklerken ya da muhakeme işlemlerinde hazır bulunarak bu muhakeme işlemlerinin yasaya uygunluğunu denetlerken müdafiin Ceza Muhakemesi Kanunu ve Avukatlık Kanunu ile tanınan yetkileri ve savunma hakkını sınırları içerisinde kullanıp kullanmadığı sorgulanacaktır.

Müdafiin görevi, muhakeme hukuku kurallarına göre savunma yapmaktır. Ancak savunma kavramı, genel bir kavramdır ve muhakeme hukukunda da müdafiin savunmaya ilişkin yetkileri, diğer bir ifadeyle meşru şekilde bireysel savunmaya yardım hareketleri, tümüyle açık bir şekilde kurala bağlanmamıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere savunmanın tanımı ve kapsamı tartışmalıdır.

Kural olarak müdafiin bireysel savunmaya hukuki yardım ve müvekkilinin savunmasını desteklemek üzere yaptığı kolektif savunma faaliyetini nasıl yapacağı, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda gösterilmiştir. Ancak şu soruların cevabını Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve savunma hakkının içinde bulmak zordur. Bu sorularla karşı karşıya kalındığında müdafiin ceza muhakemesindeki hukuki statüsünü ortaya koymak, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Avukatlık Kanunu ile etik kuralları yorumlamak mecburiyeti doğmaktadır. Örneğin müdafiin müvekkili ile görüşmesi Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiş ancak bu görüşmede yapacağı hukuki yardımın sınırları ortaya koyulmamıştır. Müdafi bu görüşmede, müvekkili sanığa ihtimalleri anlattıktan sonra kaçmasını, delilleri karartmasını söyleyebilecek midir? Yine aynı şekilde müdafiin hukuka aykırı delilleri yaratması, tanık temin etmesi ve bunları mahkemeye sunması ve esas hakkındaki savunmasında hukuka aykırı veya sahte olduğunu tahmin ettiği belgelere dayanarak savunma yapması, davayı zamanaşımına uğratabilmek için sürekli taleplerde bulunulması, müvekkiline kendi lehine ancak gerçeğe aykırı tanıklık yapacak kişiler bulmasını veya müdafiin müvekkiline yalan söylemesini tavsiye etmesi, sanığa sorgusunda ve esas hakkındaki savunmasında söyleyeceği hususları dikte ettirmesi, ikrar etmek isteyen sanığa susmasını öğütlemesi, hakkında başvurulacak olan koruma tedbirlerini örneğin yakalama veya arama kararını sanığa bildirmesi, sahte olduğunu bildiği veya tahmin ettiği bir delili duruşmaya getirmesi, müvekkilinin aleyhine tanıklık yapacak olan kişilere tanıklıktan çekinme haklarını hatırlatması, delilleri değiştirmesi ve bunları duruşmada kullanması, delilleri bürosunda muhafaza etmesi, müvekkilinin açıklamalarını basına iletmesi ve kamuoyunun desteğini alarak baskı yaratmaya çalışması, delillerin yerini bildiği halde adli makamlara bildirmemesi veya yanıltıcı bilgi vermesi, sanığın suçu işlediğini kesinkes bilmesine rağmen müvekkilinin beraatini istemesi halinde müdafiin savunma sınırları içinde kalıp kalmadığı, hukuka uygun olarak müvekkilinin savunmasına yardım edip etmediği tartışmaya açıktır. Bu soruların cevabı, yukarıda da belirtildiği üzere müdafiin ceza muhakemesinde benimsenen hukuki statüsüne göre değişecektir. Bu soruların cevabını doğrudan muhakeme kurallarında bulmak zordur.

Türk Ceza Kanunu m. 6/1-d’de “yargı görevi yapan” deyiminden; yüksek mahkemeler ve adil idari ve askeri mahkemeler üye ve hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar anlaşılır demek suretiyle, avukatlar iddia ve yargı makamları ile bir tutulmuştur.

Avukatlık Kanunu m. 1’de “Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslek” olarak tanımlamıştır. Toplumun temel gereksinmelerini karşılayacak faaliyetlerde bulunan ve ilke olarak idare tarafından, sürekli, düzenli, eşit ve genel bir şekilde yürütülen faaliyetlere kamu hizmeti denmektedir. Yargılama hizmeti, kural olarak devletin tekelindedir. Yargılama hizmetinin işlememesi, geç ve kötü işlemesi nedeni ile gerçeğe ve adalete ulaşılamaması, toplum barışının bozularak kargaşa ortamının doğmasına yol açar. Adalet dağıtımı gibi kamu hizmeti olduğunda şüphe edilmeyen bir hizmetin yerine getirilmesine katılımı ifade eden avukatlığın da kamu hizmeti sayılması doğaldır.

Müdafiin maddi gerçeğin ortaya çıkmasına katkısı, hiçbir zaman diğer adli organlarınki gibi anlaşılmaz. Müdafi, tam bir adli organ olmayıp sınırlı bir adli organdır. Müdafi, devletin bir ajanı olmayıp serbest bir meslek icra eder fakat özel bir kamu hizmeti verir. Müdafiin verdiği hizmet türü, onun fonksiyonunu yerine getirirken bireysel menfaatler ile toplumsal menfaatler arasındaki dengeyi göz önünde tutmasını zorunlu kılar. Diğer bir ifade ile müdafi, adli bir organ olarak adli organların fonksiyon kabiliyetine saygı göstermeli, adalete ulaşmayı engelleyici faaliyetlerden kaçınmalıdır. Müdafiin, adli organların fonksiyon kabiliyetine dikkat etme yükümlülüğü, kamusal menfaatlerden kaynaklanmaktadır.

Müdafi, aktif hareketlerle adli organların işleyişini engellememekle yükümlüdür. Müdafiin maddi gerçeğin ortaya çıkmasına iddia ve savunma makamı gibi aktif hareketleriyle katkıda bulunması beklenemez. Müdafiin, sanığın yardımcısı olduğu, Ceza Muhakemesi Kanunu m. 149/1 ile ortaya koyulmuştur. Yardımcı statüsü, sanık aleyhine sonuç doğuracak hiçbir şey yapmamayı, sadece sanık lehine konuşmayı, sanığın sırlarını saklamayı (Av. K. m. 36), hukuki bilgi vermeyi ve hukuki tavsiyelerde bulunmayı zorunlu kılar. Müdafiin müvekkili sanığa yardım yükümlülüğü, maddi gerçeğin ortaya çıkarma yükümlülüğünü sınırlar.

Bildirimde bulunma hakkı veya sanığın hukuki yardım alma hakkı, sanığın aldığı bilgilere dayanarak gerçeğe aykırı talep ve davranışlarda bulunabilme tehlikesi ileri sürülerek özel durumlarda dahi kısıtlanamaz. Müdafi, müvekkilinin kendisinin verdiği bilgileri kullanarak gerçeğe aykırı bir şekilde beraat etmeyi veya cezasından indirim yapılmasını amaçladığını veya olayı kendi verdiği bilgilere uygun olarak yeniden tanımlayacağını tahmin etse dahi hukuki bilgi vermeye devam etmelidir. Örneğin hırsızlık ile yağma veya hırsızlık ile güveni kötüye kullanma suçları arasındaki farkları veya meşru müdafaanın, hukuki yanılmanın veya ihtiyariyle vazgeçmenin şartlarını ve sonuçlarını anlatmalıdır. Ancak müdafi, müvekkilini hukuka aykırı olarak bu koruyucu iddiaları ileri sürmeye zorlayamaz. Aksi takdirde müdafiin bu hareketi, ceza soruşturmasını yanlış yönlendirme teşkil edebilir ve müdafiin cezai sorumluluğu doğabilir. Müdafi, sanığı ceza davasında suçun varlığının tespit edilmesini engellemesi ve buna bağlı olarak mahkemenin vereceği cezadan kurtulması için kışkırtmamalı ve bu yönde ümit vermemelidir.

Sanığın doğruyu söyleme yükümlülüğü, hukuki bir yükümlülük olmayıp ahlaki bir yükümlülüktür. Bu ahlaki yükümlülüğün yasalarda bir yaptırımı öngörülmemiştir. Sanığın yalan söylemesi onun açısından bir hak teşkil etmeyeceğinden müdafiin sanığa yalan söylemesini tavsiye etmesi veya sanık lehine yalan uydurması kabul edilmemektedir.

Buna karşılık sanık kendi kendisini koruyucu gerçek dışı iddialar bulmuşsa bu, sanığın tamamen normal olan bir kendini savunma şeklidir ve muhakeme hukuku başından itibaren bu durumu öngörmüştür. Ancak müdafiin gerçeğe aykırı savunma bulması veya müvekkilinin yarattığı yalanları mükemmelleştirmesi hukuka aykırıdır. Sanığın savunmasını yalan üzerine kurması mümkündür. Ancak müdafi; planlı ve aktif olarak olayı karartamaz.

Müdafi, sır saklama yükümlülüğünden dolayı her bildiğini söylemek ve adli makamlara yardımcı olmak zorunda değildir. Müdafiin konuştuğunda gerçeği söyleme yükümlülüğü ve yalan söyleme yasağı bir madalyonun iki yüzü gibidir. Yalan söyleme yasağı veya diğer bir ifadeyle gerçeği söyleme yükümlülüğü, ceza hukukunun öngördüğü bir yükümlülük olmayıp etik bir yükümlülüktür. Gerçeği söyleme yükümlülüğü, aktif hareketlerle delilleri karartmamak şeklinde de anlaşılabilir. Söz konusu yükümlülük, bugün henüz Ceza Muhakemesi Yasası’nda açıkça hükme bağlanmamış olsa da prensip olarak tartışmalı değildir. Gerçeği söyleme yükümlülüğü, müdafiin müvekkilinin aleyhine olacak gerçekleri söyleme yükümlülüğü olarak anlaşılmamalıdır. Bu noktada sır saklama ve lehe konuşma yükümlülüğü, gerçeği söyleme yükümlülüğünün sınırını oluşturur.

Sonuç Olarak

Müdafi, adaletin yerini bulması için çalışan adli bir organdır. Diğer yandan müdafi, devlet çalışanı olmayıp serbest meslek icra eder. Yani müdafi, adalete ulaşmayı engelleyecek faaliyetlerden kaçınması gerektiği gibi sanık aleyhine hiçbir şey de yapamaz. Müdafi, aktif olarak yalan uyduramayacağı ya da yalanı mükemmelleştiremeyeceği gibi müvekkilinin kendisinin verdiği bilgileri kullanarak gerçeğe aykırı bir şekilde beraat etmeyi veya cezasından indirim yapılmasını amaçladığını veya olayı kendi verdiği bilgilere uygun olarak yeniden tanımlayacağını tahmin etse dahi hukuki bilgi vermeye devam etmek zorundadır.

Ceren Damar davasında ise maktulün sanığı taciz ettiği savunmasının, sanık müdafii tarafından kurgulandığı konusunda sosyal medyada kanı oluşmuştur. Ancak kanaatimce sanık müdafii yargılansa dahi ceza alması pek muhtemel değildir. Zira sanık müdafii olan Vahit Bıçak, olayı sanığın kendisine anlattığı şekilde savunma yaptığını ifade ettiği takdirde hayatın olağan akışına aykırı olarak müdafiin yalan kurguladığının ispatı çok zor olacaktır.

Kaynakça
  • Demirbaş, Timur. “Soruşturma Evresinde Şüphelinin İfadesinin Alınması”. Ceza Hukuku Dergisi 2/4 (Ağustos 2007): 79-95.
  • Demirbaş, Timur. “Hazırlık Soruşturmasında Müdafilik”. CMUK Sempozyumu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Karşısında 70 (1999): 91-118.
  • Oral, Mehmet. “Mevzuatımızın Savunma Hakkı Açısından Değerlendirilmesi”. Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan, İstanbul 1999.
  • Özgenç, İzzet. “Suç Zanlısı Kişinin Gerçeği Söyleme Yükümlülüğü ve Bunun Hukuki Sonuçları”. Marmara Üniversitesi Hukuk Araştırmaları Dergisi 19/1-3 (1995): 129-142.
  • Zafer, Hamide. Ceza Hukuku Genel Hükümler (TCK m. 1-75). İstanbul: Beta Basım Yayın, 2011.
  • Zafer, Hamide. Faile Yardım Suçu ve Müdafiin Bu Suçtan Sorumluluğu. İstanbul: Beta Basım Yayın, 2004.
  • Zafer, Hamide. “Savunma Hakkı ve Sınırları”. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi 19/2 (2013).
  • Dülger, Murat Volkan. “Ceza Muhakemesinde Müdafinin Konumu ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar”. Ankara Barosu Dergisi 1/4 (2012): 39-77.
  • Kocaoğlu, Serhat Sinan. “Susma Hakkı”. Ankara Barosu Dergisi 1/1 (2011): 29 – 58.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

80

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.