İşkence Yasağı Üzerine

“Yargılamanın yürütülmesi sırasında sanığa yapılan işkence, ulusların büyük çoğunluğunda kullanıla gelen bir zorbalıktır.”6 min


39

Sözlük anlamı “bir kimseye maddi veya manevi olarak yapılan aşırı eziyet” olan işkence; aynı zamanda “bir kimseye, kanıt ve bilgi elde etmek ya da cezalandırmak ereğiyle bilinçli olarak uygulanan her türlü acı verici, onur kırıcı işlem” anlamında da kullanılır. Beccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında kitabında işkence için şunu der: “Yargılamanın yürütülmesi sırasında sanığa yapılan işkence, ulusların büyük çoğunluğunda kullanıla gelen bir zorbalıktır.” Ayrı ayrı verilen bu üç tanım işkence yöntemi hakkında genel bir çerçeve sunar. Anlaşıldığı üzere biz bu yazıda modern hukuk sistemlerinin yasakladığı işkence suçunu yazacağız. Fakat öncesinde tarihsel süreçte işkencenin hangi amaçla kullanıldığını bilmek elzemdir.

İşkence yönteminin uygulanma nedenleri çeşitli olsa da iki genel başlık altında toplamak mümkündür. İlki, kişileri/toplumu korkutmak ve baskı altına almak amacıyla yönetme erkini elinde bulunduran süjenin kullandığı baskı aracı iken ikinci genel neden sanığa suçunu itiraf ettirmek amacını taşır.

Bir baskı aracı olarak işkence, kitleleri kontrol altında tutmuş, yönetme erkini elinde bulunduran süjeye itaat etmeyi sağlamıştır. Korku ve acıya dayanan bu itaatin herhangi bir insani yanının bulunmadığı kolaylıkla saptanabilir.

Ceza yargılamasında kullanılan işkenceye ise tarih boyunca başvurulmuş; sakıncaları göz ardı edilirken sağladığı sözde kolaylıklar nedeniyle yüzyıllar boyu vazgeçilmez bir sorgu yöntemi olmuştur. İnsani yanı bulunmayan bu sorgu yöntemi her ne kadar vazgeçilmez bir yapıda devam etse de tarih boyunca düşünürler tarafından eleştirilmiştir. 

 

Ceza yargılamasında işkencenin kullanılmasının büyük sakıncaları vardır. İlk sakıncası, insan onuruna yöneltilmiş bir haksızlık olmasıdır. Her ne kadar basit bir anlam ifade ediyormuş gibi görünse ve “suç işlediyse hak etmiştir!” zeminine çekilmeye çalışılsa da bu ifade bizi bir başka sakıncalı duruma yönlendirir; sanığın suçsuz olma ihtimali her zaman vardır çünkü suçluluğu mahkemece sabit görülmeyen herkes mahkeme sonuna kadar suçsuzdur. Suçlu olduğu kesinleşen kişiye işkence uygulamak kimi vicdanları rahatlatsa da kişinin suçsuz olma ihtimalinde uygulanan işkencenin hiçbir izahı olmaz. İşkenceye dayanma eşiği de tarih boyunca suçsuz insanların cezalandırılmasına neden olmuş bir etken olarak karşımıza çıkmıştır. Söz gelimi bir suçun iki şüphelisi olduğunu ve şüphelilerden birinin daha dayanıklı iken diğerinin daha dayanıksız olduğunu düşünelim. Dayanıksız olan şüpheli işkenceye daha kısa sürede boyun eğip suçu işlediğini itiraf edecektir ki bu karşılanması sık bir ihtimaldir. Peki ya suçu dayanıklı olan işlediyse? 

 

Tehlikesine kısaca değindiğimiz bu ihtimaller tarih boyunca yaşandı, tartışıldı. İnsanlık tarihi kadar eski olan işkenceye sessiz kalmak yerine harekete geçenler de elbette oldu.

İşkenceyi yasaklayan bilinen ilk metin 1215 tarihli Magna Carta Libertatum’dur. Sözleşme’nin 39. maddesi Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.” demek suretiyle işkenceyi yasaklamıştır.

1789 tarihli İnsan Hakları ve Yurttaşlık Bildirgesi’nin 9. maddesi de işkence ve kötü muamaleyi yasaklayan önemli bir belge olarak karşımıza çıkar:

“Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayılacağından, tutuklanmasının zorunlu olduğuna karar verildiğinde, yakalanması için zorunlu olmayan her türlü sert davranış yasa tarafından ağır biçimde cezalandırılmalıdır.”

1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 5. maddesi de şöyle der: 

Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.

AİHS kapsamına aşağıda değindiğimizi belirtmekle beraber burada ifade etmeliyiz ki uluslararası bir antlaşma ile işkencenin yasak olarak nitelendirilmesi ve AHİM önüne işkence yasağının ihlali nedeniyle gidilebilmesi oldukça önemli bir adımdır. İşkencenin failinin kamu görevlisi olduğu düşünüldüğünde mağdurun korunması her zaman devlet tarafından sağlanmayabilir. Gerçekleşmesi imkansız olmayan bu gibi durumlar için uluslar üstü bir mahkemenin insan onuruna yönelmiş bir ihlalde söz sahibi olması caydırıcı bir etki oluşturmaktadır.

Türk pozitif hukuku açısından işkence yasağını incelediğimizde karşımıza şu tablo çıkar:

Anayasa m. 17 hükmü “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” demek suretiyle insan onuru kavramını anayasal değere kavuşturmuştur. Aynı zamanda taraf olduğumuz AİHS’in 3. maddesi de “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”demek suretiyle Anayasa m. 90 ibaresi gereği kanun hükmünde bir statü ile işkence fiilinin yasak olduğunu tasdik etmiştir. 

Bir diğer önemli kanun Türk Ceza Kanunu’dur. Adı geçen kanunun 94. maddesi işkenceyi suç saymış ve karşılığında yaptırım düzenlemiştir:

(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(2) Suçun; 

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı, 

b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla, 

İşlenmesi halinde, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. 

(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. 

(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. 

(5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz. 

(6) (Ek: 11/4/2013-6459/9 md.) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.”

Bu madde kapsamında da işkence suçunun sınırları çizilmiştir. Devam maddesinde neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence, yaptırıma tabi tutulmuştur. 

Aynı zamanda CMK madde 148 kapsamında da işkence yasağı yasal düzlemde koruma altına alınmıştır.

“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.

(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.

(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.

(5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.”

Türk Ceza Kanunu kapsamında işkence suçunun unsurlarını incelemek mümkündür; bu yolla pozitif hukukumuzda hangi fiillerin işkence suçu sayıldığını saptamak daha kolay olacaktır.

İlk olarak fail, kamu görevlisi olmalıdır. Fiil, sistemli olmalı ve süreklilik arz etmelidir. Son olarak fiil, insanlık onuruyla bağdaşmayan, mağdurun bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak bir davranış olmalıdır. Bunları içinde barındıran fiil, işkence suçu olarak karşımıza çıkar.

 

Görüldüğü üzere ülkemizde işkence yasaklanmıştır ve insan onuru kavramı da anayasal değer olarak korunmaktadır. Ne yazık ki uygulama çoğu zaman kağıtta yazandan farklı ilerlemiştir. AİHM ve AYM önündeki davalarımızın bir kısmını da işkence yasağının ihlali oluşturmaktadır. Modern toplumlarda işkence, bütünüyle rafa kaldırılmalı iken ülkemizde bu tarz davaların olması üzücü ve düşündürücüdür. İşkence yasağının ihlali konusunda çeşitli mazeretler öne sürülebilir; söz gelimi toplumu derinden sarsan bir suçun failini sorgu sırasında işkenceye maruz bırakmak “ne var ki canım bunda, az bile!” şeklindeki cümlelere neden olsa da suçluluğu mahkemece sabit görülmeyen kişiye kamu görevlisinin toplum vicdanından aldığı yetkiyle işkence etmesinin mazur görülebilecek tarafı yoktur. Zira Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, hukuktan aldığımız gücü kamu vicdanı gibi laflarla süsleyip terk edemeyiz. Bu nedenle verilen örnekte olduğu gibi mazeretlerin ileri sürülmesi haksızdır. İnsan onuru, yaşatılması gereken en önemli değerdir. Bu değerin anlaşılması için uzun yüzyılların geçmesi ve medeniyetin ağır bedeller ödemesi gerekmiştir; bireyi, devlet karşısında koruma altına alan bu değerden hukuk devleti feragat edemez, ihlal mazeretlerini mazur göremez. 

Son tahlilde işkence, insan onuruna yöneltilmiş ağır bir suçtur. Uluslararası antlaşmalar ve ulusal mevzuatta yasak olarak kabul edilmiş; ihlali durumunda yaptırım uygulanması kabul edilmiştir.

Kaynakça

  • GENÇ, Esra. İşkence  Yasağının Türk Anayasa Mahkemesi ve AİHM Kararları Işığında İncelenmesi: Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Sonrası Gelişmeler. 2015.
  • BECCARIA, Cesare. Suçlar ve Cezalar Hakkında. 8.baskı. Ankara: İmge Kitabevi, 2019

 

 

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

39

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.