Giyotinden Modern Hapishaneye

‘’Dışarıda bırakılmak içeri kapatılmakla aynı şeydir’’ (Michel Foucault)5 min


39

Kendinizi sınav salonunda hayal edin. Sınav esnasında sizi gözetleyen bir gözetmen yok. Hatta sınıfta sizi uzaktan gözlemleyen bir kamera bile yok. Bu şartlar altında yine de sınavı kendi başınıza mı yapardınız yoksa kopya çekme girişiminde bulunur muydunuz?

Ya da trafikte olduğunuzu düşünün. Yolda sizden başka kimse yok ve kırmızı ışık yandı. Şöyle bir etrafınıza baktınız ve sizi gözetleyen bir şehir kamerasının olmadığını fark ettiniz. Kırmızı ışıkta geçer miydiniz?

Bizi erdemli davranmaya iten yüce etik ilkelerimizi bir kenara bırakalım ve ‘’gözlemleniyor’’ olma ihtimalimizi düşünelim. Ya gerçekten gözetleniyorsak?

Biri sizi izliyormuş, dinliyormuş gibi geliyorsa, bilgisayarınızın kamerasını bantlıyorsanız çok fazla Black Mirror izlediğinize, distopya kitapları okuduğunuza, mantıksız kuruntularla karakterize edilen paranoyaya kapıldığınıza karar verebilir misiniz? Çünkü mobil telefonların işletim sistemlerinde ortaya çıkan ve gizliliği ihlal eden açıkların bulunduğuyla ilgili haberleri, ortam dinlenmesiyle karşımıza çıkan kişiye özel reklamları ve sayamadığım daha birçok örneği gözden geçirebiliriz. Mark Zuckerberg’in bilgisayar kamerasını ve mikrofonunu bantladığı fotoğrafı görmüş olabilirsiniz.

20. yüzyıl sosyal teoristi Foucault, bu konuyu iktidar ve gözetim ilişkisi bağlamında ele alıyor ve şunları söylüyor:

‘’Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır…’’

‘’…kendini öne çıkartan iktidar bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri kışlayla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur.’’

Ehlileştirilmek, ıslah edilmek, denetlenmek, gözetlenmek, iyileştirilmek, düzeltilmek kavramlarına Foucault Felsefesi yönünden bakıyoruz. Yazının bir sonraki bölümünde 18. yüzyıl ‘’Faydacı’’ filozofu Jeremy Bentham’ın hapishane fikri ‘’Panopticon’’ ile birey-gözetim ilişkisini inceleyeceğiz.

*Bu kısa makalede kendi görüşlerimi dile getirmediğimi, konuya sosyal bilimler düzleminden objektif bir biçimde yaklaşmaya çalıştığımı belirtmekte fayda görüyorum. Düşüncelerimi ”sonuç” kısmında dile getirdim. 

Panopticon

18.yüzyılın ortalarında Jeremy Bentham tarafından yaratılan Panopticon, modern otorite ve disiplin kavramlarının pratikteki yansımalarının gözlemlenebileceği örneklerden birisidir. Bu yaklaşımla, bir sosyal kontrol erki oluşturulmak istenmiştir. Ortada büyük bir gözlemci kulesi ve çevresindeki çok sayıda suçlu hücrelerinin bulunduğu hapishane modeliyle, az sayıda gözlemciyle, mümkün olduğu kadar çok suçlunun gözlemlenebilmesi ve denetlenebilmesi ilkesi esas alınmıştır. Hücrelerdeki mahkumlar her an gözlemlenebileceklerini bilir ve buna göre davranırlar. Otoritenin varlığını her an hissederler. Çünkü hücrelerin bir yüzeyi tamamen açık ve gözlemlenebilirdir; ancak gözetleme kulesi çok uzaktadır ve gözlemlenemeyecek şekilde konumlandırılmıştır. Mahkumlar o an gerçekten izlenmiyor olsalar bile, izlenebiliyor olma ihtimallerine uygun davranacaklardır. Çünkü asla izlendiklerinden tam olarak ‘’emin olamazlar’’. Bu durumda otorite ‘’fiziksel bir varlık’’ olmaktan çıkıp, her şeyi bilen (omniscient) ve her şeye gücü yeten (omnipotent) konumunda içselleştirilmiş bir idea’ya dönüşmüştür. Foucault’a göre bu sistem sadece hapishanedekiler için geçerli değildir. Günlük hayatta herkes bu otoritenin içselleştirilmesini deneyimler, hüküm süren kurumların ve normların ‘’gücünü’’ üzerlerinde hissederler. Kırmızı ışıkta karşılaştığımız durumda, vicdanımız ya da karar verme mekanizmamız bizim için ‘’trafik polisi’’ ideasına dönüşmüştür. Tıpkı gözetleme kulesinde bir gardiyanın olmasına bile gerek duyulmadığı gibi. Bu durumda mahkumu ehlileştirmek için daha fazla fiziksel güce gereksinim duyulmamaktadır.

Foucault : Hapishanenin Tarihi

Foucault, etik, özgürlük, iktidar, ceza usülleri, güç ve güç ilişkileri, bireyin davranışlarının düzenlenmesi hususunda akıl hastanelerinin ve hapishanelerin uygulamaları hakkında alışılmadık fikirlerle gelen Fransız bir düşünürdür. Birey ve iktidar ilişkisini güç ekseninde ele alır ve inceler. Hapishane’nin Tarihi kitabında suçlunun cezalandırılmasının bedensel ceza ile başlayıp (bireye fiziksel acı çektirme, kırbaçlama, göze mil çekme, sakat bırakma,işkence ve öldürme) modern ceza hukukuna nasıl devşirildiğini sistemli bir şekilde işlemiştir. Foucault’a göre zaman içinde bedensel ceza, bireyin denetlenmesi ve bedeninin kontrol edilmesine dönüşmüştür. Bu dönüşüm, demokraside olduğu gibi insan haklarına dayandırılma kaygısı gütmez. Bireyi psikolojik tedavi ile ya da mahkum etme ile azap çektirmeyi değil ‘’ıslah etmeyi, düzeltmeyi’’ amaçlar.

‘’Surveiller et punir’’ , ‘’Discipline and punish’’ : Foucault, Batı’daki modern ceza sisteminin bedensel cezadan, hapishane sistemine evrimini reformistlerin insancıl yaklaşımlarına bağlamamıştır. Foucault’a göre bu değişimin sebebi, sanayileşen toplumda bireyin kapatılıp, davranışlarının düzeltilmesinin burjuva hukukuna ait olmasıdır. Kralın bedensel cezasının yerini burjuva hukukunun ‘’disipline etme ve cezalandırma’’ ilkesi almıştır. Çünkü dönemin toplumsal, ekonomik, teknolojik dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda bu değişimin kaçınılmaz olduğu gözlemlenebilir. (bkz: man as machine). Ona göre hukuk, egemen sınıfın kendini gerçekleştirme ve güç uygulama aracıdır. Ancak Foucault, daha sonra bu erken dönem görüşlerinde fazla hassas davrandığını itiraf etmiştir. Sonuç olarak Foucault bizlerden, ceza sistemindeki bu radikal değişimin nedenleri üzerine düşünmemizi ister.

Disiplini gerçekleştiren güç (disciplinary institutions), bireylerin mevcut ekonomik, politik şartlar altında uysal birer varlık olabilmesini, gözlemlenebilir, kaydedilebilir ve kontrol edilebilir olabilmelerini sağlamaktadır. Foucault için okullardaki öğrenciler ve fabrikalar da buna birer örnektir. Daha önce bahsedildiği gibi bunun en önemli örneği olarak Panopticon’u göstermiş ve modern hapishane fikrini, güç ilişkilerini açıklarken dile getirmiştir.

Sonuç: Ancak tüm bunlara bakarak yine de bu süreci ‘’giyotinden, hapishaneye’’ şeklinde dile getirebilir miyiz? Hapishane-mahkum için kurduğumuz bağlantıyı aynı şekilde hastane-hasta, deli-klinik, okul- öğrenci için de kurabilir miyiz? Böyle bir analoji kurmak doğru mudur? Yöneten ve yönetilen ilişkisindeki ‘’azınlık sayıdaki yöneten’’in karşısında ‘’yönetilenin’’ direnmek için neler yapabileceğinden bahsetmemesi, Foucault’un bu konuda yeni bir fikirle gelmemesi, sosyal dinamiklerin sosyal davranışları denetleyen norm uygulayıcı organlar tarafından kontrol edildiğini söylemesi akabinde ortadan kaybolmuş izlenimi bırakması zannımca yeterli değil. Ona göre ‘’Dışarıda bırakılmak içeri kapatılmakla aynı şeydir’’. İnsanlar daha üretken bir toplum elde edilmesi amacıyla kapalı ortamlara tıkılır ve o ortamlarda kendi aralarında mekanın kurallarına uygun bir biçimde çalışırlar, çalışırlar, çalışırlar. Mesela bir devlet memuru -genelde- sabah erkenden uyanır, işe doğru yola çıkar, ofisine geçer ve koltuğuna oturur. Saat saat yapacakları planlanmıştır. Yemek yemesi gereken saat bellidir (hatta tuvalete gidebileceği saatler de kimi zaman bellidir). Böylece otorite bizim yerimize bizi düşünerek insani ihtiyaçlarımız için boşuna zaman ve enerji harcamamızı hedeflemiştir. Kişi kendi enerjisini kaynak olarak kullanamayacak duruma gelmişse adres tımarhanelerdir. Fakat üzülmesin tımarhanedekiler, dışarıda akıllı avı vardır hapishanelere sokulmaları için (Foucault). Kanaatimce bu düşünce bireyin iradesini hiçe sayar, bireylere kompleks otomatlar olduğunu düşündürür ve Foucault’un düşünce sistemi modern bir distopya örneği olmaktan öteye geçmeyebilir. Herkes, Foucault gibi dünyayı kendince anlayabilir ve yorumlayabilir ancak önemli olan dünyayı anlamak değil onu nasıl değiştirebileceğimizi dile getirmektir.

Kaynakça

  • Foucault, Michel. (2006a). Deliliğin Tarihi. Çev: Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
  • Foucault, Michel. (2006b). Hapishanenin Doğuşu. Çev: Mehmet Ali Kılıçbay. 3. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
  • Foucault, Michel. (2011d). “Özne ve İktidar”, Özne ve İktidar. Çev: Işık Ergünden ve Osman Akınhay. 3. Baskı. Sf: 57-82. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

39
Yaren

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.