Akademik Hukuki Çalışmalar – Eylül 2020

Eylül ayında yayınlanmış olan akademik hukuki çalışmalardan seçtiklerimizi sizlerle paylaşıyoruz.11 min


57

Geçen ay başlattığımız akademik çalışmalar serisinde bu ay yine dolu dolu bir listeyi sizinle paylaşıyoruz. Öğretici ve keyifli okumalar diliyoruz.

Bayram DOĞAN[1], “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin Yasama Yetkisinin Devredilmezliği İlkesi Bağlamında Değerlendirilmesi”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 28/3 (2020): 965-1003*

Özet

16 Nisan 2017 tarihli halkoylamasıyla parlamenter sisteme son verilerek Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmiştir. Anılan değişiklikle Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Anayasa’da yeni bir statü kazanmıştır. Zira yetki kanununa gerek olmaksızın doğrudan Anayasa’dan kaynaklanan bir meşrulukla Cumhurbaşkanlığına, asli yetki ile ilk elden düzenleyici işlem yapma yetkisi tanınarak Türk hukuk sisteminde köklü değişiklikler meydana getirilmiştir. Çalışmada Cumhurbaşkanlığı sisteminde Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, anayasal çerçeve, hukuki ve sistemsel yönüyle incelenerek “TBMM’nin yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesi” kapsamında irdelenmiştir. Bu çerçevede, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin TBMM’nin “yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesi”ni ihlal etmediği görülmüştür. Bu nedenle çalışmada, Anayasa değişikliği ile yasama yetkisinin devredilip devredilmediği konusu Cumhurbaşkanlığı kararnameleri odaklı olarak Anayasa hukuku disiplini açısından sözel ve sistematik yorum yöntemleri kullanılarak değerlendirilmiştir.

Vildan PEKSÖZ[2], “Spor Kulüplerinin Özel Müzelerinde Yer Alan Kültür Varlığı Niteliğindeki Mallarının Haczi”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 28/3 (2020): 941-964*

Özet

Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu’nun 5. maddesinde kültür varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu düzenlenmiştir. Fakat bu hükme dayanılarak bütün kültür varlıklarının devlet malı olduğu söylenemez. Zira kamu malı niteliğinde olmayan özel hukuk kişilerine ait taşınır kültür varlıkları da bulunmaktadır. Nitekim spor kulüpleri özel hukuk tüzel kişileri olarak taşınır kültür varlıkları üzerinde mülkiyet hakkı sahibi olabilirler. Ayrıca spor kulüpleri Kültür ve Turizm Bakanlığının iznini alarak taşınır kültür varlıklarını özel müzelerinde teşhir edebilirler. Bu makalede spor kulüplerinin özel müzelerinde teşhir ettikleri taşınır kültür varlıklarının haczinin mümkün olup olmadığı sorgulanmaktadır. Bu tartışmayı yaparken İcra ve İflâs Kanunu’nun 82. maddesinde devlet mallarının haczedilmezliği kuralının söz konusu kültür varlıklarını kapsayıp kapsamadığı üzerinde durulmaktadır. Bu kapsamda spor kulüplerinin kültür varlıklarının özel müzelerinde teşhir edilmesi onlara devlet malı niteliği kazandırmaz. Dolayısıyla bu kültür varlıklarının spor kulüplerinin borçlarından dolayı haczedilebilmesi mümkün olmalıdır.

Kâmil KISA[3], “Lozan’dan Günümüze Batı Trakya Türklerinin Hukuki Statüleri”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 4/2 (2020): 307-329*

Özet

1922 yılında İsviçre’nin Lozan şehrinde toplanan barış konferansında görüşülen konulardan birisi de Batı Trakya bölgesiydi. Bölge konferansta üç temel başlık altında ele alındı ve ilk olarak halk oylaması tartışıldı. Batı Trakya’yı ilgilendiren ikinci başlık ise mübadeleydi. Bu başlık altında yapılan görüşmeler sonucunda Batı Trakya bölgesinde yaşayan Müslümanların mübadele dışında tutulmasına karar verildi. Böylece mübadele dışında kalan Batı Trakya Türklerinin, hukuki statülerinin tespit edilmesi gereği doğdu ve bu doğrultuda son başlık altında Batı Trakya Türklerinin azınlık hakları tartışıldı. Çalışmanın ilk bölümünde Lozan’da yaşanan bu gelişmelere genel olarak değinilecek ve Batı Trakya Türklerinin Lozan hükümleri doğrultusunda sahip oldukları hukuki statü belirlenecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde ise Batı Trakya Türklerinin sahip oldukları azınlık haklarının günümüz hukuk sistemindeki dayanakları gösterilecektir. Bu son bölümde ayrıca Batı Trakya Türklerinin Lozan uyarınca sahip oldukları azınlık haklarını neden tam olarak elde edemedikleri de araştırılacaktır. Diğer taraftan bölgede yaşanan insan hakları ihlalleriyle azınlık hakları ihlalleri arasında bir bağ olup olmadığı sorusuna da yanıt aranacaktır.

Özgür OĞUZ[4], “Türk İş Hukukunda Arabulucunun Yükümlülükleri”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 4/2 (2020): 275-284*

Özet

Bu çalışmada, öncelikle, hava araçlarının, taşınırlara ilişkin genel hukukî rejimden farklı olarak, neden sicile kaydedilerek rehnedilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Ardından hava araçları üzerinde tesis edilebilen bazı teminatları uluslararası düzeyde koruyan Cape Town Sözleşmesi’nin ve buna ilişkin Protokol’ün etkileri ele alınmıştır. Sonrasında, Türk Sivil Havacılık Kanunu’na göre hangi hava araçları üzerinde ipotek kurulabileceği incelenmiş ve hava aracı ipoteğine hâkim olan ilkeler irdelenmiştir. Devam eden bölümlerde, sözleşmeye dayanan hava aracı ipoteğinin tesisinden sona ermesine kadar olan tüm süreç ortaya koyularak tartışmalar ve sorunlara ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır.

Ufuk TEKİN[5], “Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ağı’nın (ABFMA) Bazı Üç Boyutlu Markalara (Şekil Markaları) İlişkin Nisan 2020 Tarihli Ortak Uygulama Metni (CP 9) Hakkında”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 11/2 (2020): 455-467*

Özet

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ağı (ABFMA) tarafından Nisan 2020’de, bazı üç boyutlu markalar hakkında uygulanması amacıyla “CP 9” sayılı ortak uygulama kuralları kabul edilmiştir. Çalışmanın giriş bölümünde söz konusu ortak uygulama metninin ortaya çıkışı, Avrupa Birliği (AB) marka hukuku bakımından anlamı, kapsamı ve önemi ile bu metnin Türk hukuku bakımından muhtemel etkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Giriş bölümünden sonra bu ortak uygulama metnindeki örnekler ve açıklamalar esas alınmak suretiyle bazı üç boyutlu markalar (şekil markaları) hakkında Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) kararlarında işaret edilen hususlar göz önünde bulundurularak oluşturulan genel ilkeler aktarılmıştır. 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) amaçlarından biri AB mevzuatıyla uyumun sağlanması olup, markalar hakkındaki SMK hükümlerinin büyük ölçüde AB marka mevzuatı esas alınmak suretiyle hazırlandığı düşünüldüğünde, AB hukuku bakımından yol gösterici olan ve çalışmamızda ele alınan söz konusu ortak uygulama kurallarının Türk marka hukuku bakımından da uygulanma kabiliyeti olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu çalışma, özellikle bahsi geçen ortak uygulama metninde yer verilen örnekler ile oluşturulan genel ilkelerin üç boyutlu markalar hakkında Türk hukuku bakımından da yol gösterici ve uygulayıcılara yardımcı olabileceği düşüncesiyle kaleme alınmıştır.

Kadir Can ÖZEL[6], “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. Maddesine Dair Bir İnceleme”, Ankara Barosu Dergisi 2020/2: 183-200*

Özet

Suçta ve cezada kanunilik ilkesi (nullum crimen, nulla poena sine lege), ceza hukukunun evrensel kabul görmüş ilkelerindendir. Bu ilke, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde (İHEB) yerini almış ve ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de (AİHS) düzenlenmiştir. Kanunilik ilkesi, esasen AİHS’in 7. maddesinin 1. fıkrasında belirginleşmektedir. Bu ilkenin istisnası ise, 7. maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiş ve bu düzenlemeyle birlikte kanunilik ilkesinin aşılabilmesinin önü açılmıştır. Bu bakımdan, AİHS 7/1’in hukuki pozitivizmin, 7/2’nin ise tabii (doğal) hukukun yansıması olduğu söylenebilir. Çalışmamızda, gerek kanunilik ilkesi gerekse diğer bazı özellikler bakımından AİHS m. 7’nin irdelenmesi amaçlanmaktadır. Bu değerlendirme yapılırken, öncelikle AİHS m. 7’ye ilişkin genel bilgiler verilecek olup bu maddenin içinde geçen kalıplar / ifadeler üzerinde durulacaktır. Sonrasında AİHS m. 7’ye ilişkin öğretideki kimi görüşlere değinilecek ve son olarak da AİHS m. 7’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bazı kararlarındaki görünümü ele alınacaktır.

Gökhan TOK, “İnternette Unutulma Hakkı”, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İnsan Hakları Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2020*

Özet

İnternet ve bilgi teknolojilerinin gündelik yaşam pratiklerinde ve bilgiye erişme yöntemlerinde sebep olduğu değişimler insan haklarının yeniden yorumlanmasına ya da yeni haklar tanımlanmasına neden olmaktadır. Unutulma hakkı bireylerin geçmişte yaşadıkları olumsuz olaylara ilişkin meşru yayınların olumsuz etkilerinden bu bireyleri korumak üzere söz konusu bilgilere üçüncü tarafların erişimlerinin kısıtlanması olarak tanımlanabilir. Mahremiyet, kişisel verilerin korunması ve kişinin şöhretinin korunması haklarına dayandırılan unutulma hakkı ifade özgürlüğü, medya özgürlüğü ve kamuoyunun bilgiye erişme hakkı gibi hakları kısıtlamaktadır. Bu tezde unutulma hakkı; fikri ve teorik temelleri, sürekli gelişen ve değişen internet dünyası ile pozitif hukuktan örnekler göz önünde bulundurularak eleştirel bir incelemeye tabi tutulmaktadır. İnternetin yeni yaygınlaştığı ve çevrimiçi hayat ile çevrimdışı hayat arasındaki mesafenin daha uzak olduğu yıllarda oluşan pek çok sorunun çözümü olarak sunulan unutulma hakkı teorik temelleri ve başka hakları ihlal etmeden nasıl korunacağı henüz tutarlı bir şekilde ortaya konamamış bir kavramdır. Bu çalışmada unutulma hakkının ancak çok sınırlı bir alanda ve istisnai koşullarda uygulanabilecek bir hak olduğu, unutulma hakkının mahremiyet ve veri koruma haklarından ziyade ifade özgürlüğü çerçevesi içinde düşünülmesi gerektiği savunulmaktadır.

Meral EKİCİ ŞAHİN[7], “Yargılamayı Hızlandıran Bir Model Olarak Alman Ceza Muhakemesi Hukukunda Hüküm Anlaşması (§257c StPO)”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 11/1 (2020): 303-320*

Özet

Alman ceza muhakemesi hukukunda 1970’li yıllardan bu yana, yargılamanın hızlandırılması ve mahkemelerin iş yükünün azaltılması yönünde genel bir eğilim bulunmaktadır. Bunun sonucunda, yeni ceza muhakemesi hukuku kurumları ortaya çıkmıştır. Bu kurumlardan biri de uygulamada uzun süredir mahkemelerin rutuni haline gelmiş olan, ancak 2009 yılında Alman Ceza Muhakemesi Kanunu §257c’de yapılan düzenlemeyle yasal zemine kavuşan hüküm anlaşmasıdır. Türk ceza muhakemesi hukukunda da yargılamayı hızlandırmak amacıyla, Ceza Muhakemesi Kanununda “seri muhakeme usulü” (TCMK m.250) ve “basit yargılama usulü” (TCMK m.251) gibi yeni kurumlar düzenlenerek, Ceza Muhakemesi Kanununa eklenmiştir. TCMK m.250’yi yeniden düzenleyerek “seri muhakeme usulü” getiren 7188 sayılı Kanun’un 23. maddesinin gerekçesinde: “maslahata uygunluk” ilkesinden daha geniş bir biçimde istifade edilmeye başlanan Alman hukukunda, günümüzde Alman Ceza Usul Kanununun 257c maddesinde yer alan şekliyle “mahkeme ve muhakeme süjeleri arasında anlaşma” adı altında, sanığın suçunu kabul etmesi durumunda uygulanan bir muhakeme usulü bulunmaktadır”, şeklinde bir açıklamaya yer verilmiştir. Ayrıca seri muhakeme usulünün düzenlenmesinde Almanya’nın modellendiğinden de söz edilmiştir. Bu nedenle hüküm anlaşması kurumu dikkatimizi çekmiştir. Bu çalışmada, ceza muhakemesini hızlandırma çabalarına katkı sağlamak amacıyla, AlCMK §257c’de düzenlenmiş olan “hüküm anlaşması” kurumu incelenmiştir.

Önder TOPAL, “Medeni Yargılama Hukuku Bağlamında Ortaklığın Giderilmesi (İzale-î Şüyû) Davası”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk (Medeni Usul ve İcra-İflas Hukuku) Anabilim Dalı, Doktora Tezi, 2020*

Özet

Medeni yargılama hukuk bağlamında ortaklığın giderilmesi davası, paylı mülkiyetin ve miras ortaklığının sona erdirilmesi için açılan bir davadır. Ortaklığın giderilmesi davası kavramına ilişkin olarak Türk hukukunda ve İsviçre hukukunda farklı terimler kullanılmaktadır. Biz çalışmamızda, ortaklığın giderilmesi davası terimini kullanacağız. Türk hukukunda ve İsviçre hukukunda ortaklığın giderilmesi davası özel bir dava türüdür. Her iki ülkenin hukuk sisteminde bu dava, çift yönlü(actio duplex) dava olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte Alman hukukunda, paylı mülkiyetin ve miras ortaklığının sona erdirilmesi için açılacak dava çift yönlü dava olarak kabul edilmemektedir. Ortaklığın giderilmesi davasının çift yönlü dava olması hususu, çalışmamızın esas konusunu teşkil etmektedir. Çift yönlü dava, davalının (veya davalıların), karşı dava açmak zorunda olmaksızın, davanın reddi talebi dışında olan ve hüküm altına alınmasını istediği, davaya konu kılınan hukuki uyuşmazlığa ilişkin, “karşı talebini (veya taleplerini)” ileri sürebildiği; mahkemenin de bazı haller hem davalı hem de davacı hakkında mahkûmiyet kararı verebildiği; bu çerçevede de taraf rollerinin karışabildiği, davalının davacı, davacının da davalıymış gibi göründüğü inşai davadır. Ortaklığın giderilmesi davası çift taraflı dava (actio duplex) olduğu için medeni yargılama hukuku bakımında ayrı bir öneme haizdir. Bu sebeple tezimizde, ortaklığın giderilmesi davasının çift yönlü dava olmasının medeni yargılama hukuku açsından sergilediği özellikler ele alınacaktır. Bu çerçevede, ortaklığın giderilmesi davası, davaya ilişkin kurum ve ilkeler bağlamında incelenecek; anılan kural ve ilkelerin, bu dava bağlamında arz ettiği özellik ayrıca irdelenip değerlendirilecektir. Dolayısıyla ortaklığın giderilmesi davasında, görevli ve yetkili mahkeme, davanın tarafları ve tarafların davadaki durumu, dava arkadaşlığı, bekletici sorun, davaların ayrılması ve birleştirilmesi, derdestlik, ıslah, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı, davaya son veren taraf işlemlerinin arz ettiği özellikler, davada verilen hüküm ve hükmün niteliği, verilen hükme karşı gidilebilecek kanun yolu, yargılama usulü, yargılama giderleri gibi konuları medeni yargılama hukuku açısından inceleyeceğiz. Ortaklığın giderilmesi davasında hükmün icrasını da icra hukuku açısından inceleyeceğiz.

Melike Belkıs AYDIN[8], “Kant’ın ve Hegel’in Felsefesinde Cezanın Amacı”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 11/1 (2020): 126-138*

Özet

Ceza kavramı modern hukuk felsefesine ilişkin temel sorunsallardandır. Cezanın amacı aynı zamanda hukuk düzeninin varlığının meşruiyetine ilişkin bir sorundur. Cezalandırmanın amacına ilişkin mutlak teori, bozulan adalet düzeninin yeniden tesis edilmesi ve misilleme amaçlarını bir arada gütmektedir. Mutlak teori taraftarlarına göre cezalandırma ile faile ya bir başkasına katkı sunulamaz. Mutlak teori, bireyin tanımlanmaya ve birey olmanın kurucu işlev edinmeye başladığı dönemde, modern devletin şiddet tekeli ve meşruiyeti bağlamında oluşturulmuştur. Türkçe hukuk felsefesi alanyazınında cezalandırmanın amacına çokça değinilmemiştir. Bu konu ceza hukuku genel hükümler kitaplarında derlenmiştir. Oysa cezalandırmanın amacı düpedüz bir hukuk politikası ve felsefesi sorunudur. Kant ile Hegel’in cezalandırmanın amacına ilişkin karşılaştırmalı bir okumalarının Türkçede de hukuk felsefesi perspektifinden yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada Alman idealizminin iki önemli ismi, Kant ile Hegel’de cezalandırmanın amacı karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Her iki düşünür de cezanın amacı, cezanın türü, cezanın adaletle ilişkisi ve cezalandırmaya yetkili makamlar hakkındaki değerlendirmeleri bakımından karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. Son tahlilde her iki düşünür de cezanın pragmatik bir yararının olmaması gerektiğini savunmaları bakımından benzerdirler.

Fuat ALTUNTAŞ, “Hukukta Akıl Yürütme Yöntemi Olarak Kıyas (Analoji)”, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2020*

Özet

“Hukukta Akıl Yürütme Yöntemi Olarak Kıyas (Analoji)” isimli yüksek lisans tezimiz giriş, beş ana bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır.

Hukuk biliminde akıl yürütme yöntemleri, hukuki meselelerin rasyonel bir şekilde çözülmesi bakımından önemli bir konumda yer alır. Bu kapsamda kıyas yöntemi, eski hukuk sistemlerinden beri en sık kullanılan akıl yürütme modelleri arasında yer almaktadır. Çalışmamızda kıyas yönteminin bir akıl yürütme yöntemi olarak nasıl bir zihni işleyişte ilerlediği, hukuk biliminde genel olarak ve çeşitli hukuk sistemlerinde nasıl uygulandığı ele alınmıştır.

Bu doğrultuda birinci bölümde genel mantıkta kıyasın, diğer akıl yürütme yöntemlerinden farkı ortaya konularak açıklanmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde ise genel olarak hukuk biliminde kıyasın önemi, unsurları, sınırları ve mantıksal yapısı ele alınmıştır. Üçüncü bölümde kıyasın Common Law’daki görünümü incelenmiştir. Dördüncü bölümde kıyasın Kıta Avrupası Hukuk Sistemindeki uygulama sahası belirtilmiştir. Son bölümde ise İslam Hukukunda kıyasın nasıl uygulandığı gösterilmiştir.

Cemile DEMİR GÖKYAYLA[9], “Milletlerarası Tahkimde İspat Hakkı ve Sınırlarına Uygulanacak Hukuk”, Public and Private International Law Bulletin 40/2 (2020): 739-783*

Özet

UNCITRAL Model Kanun, delillere uygulanacak kuralları ayrıntılı olarak düzenlememiş, delillere uygulanacak kuralları belirleme yetkisini, taraf iradelerine veya hakemlere bırakmıştır. UNCITRAL Model Kanunun 18’inci maddesi uyarınca yargılamada taraflara eşit muamele edilmelidir ve taraflara iddia ve savunmalarını hakeme sunabilmeleri için bütün imkânlar tanınmalıdır. Delillere uygulanacak kuralları belirleme konusunda taraf iradesinin ve hakem kararının sınırları ise 19’uncu 18’inci maddeler uyarınca lex arbitri’nin emredici kuralları, silahların eşitliği ve hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmesidir. İspat hakkı, hukuki dinlenilme hakkını içeriğine dâhil bir yargısal temel haktır. Tarafların eşitliği ve hukuki dinlenilme hakkının bir gereği olarak tahkim yargılamasında taraflar ispat hakkı tanınmak zorundadır. İspat hakkının gereklerini lex arbitri belirleyecektir. Ancak, ispat hakkının sınırlarının belirlenmesi sadece lex arbitri uygulanmasıyla çözülemez. Bunun iki sebebi vardır. Öncelikle, nitelikleri gereği lex arbitri’deki ispat hakkının bazı sınırlarının tahkim yargılamasına uygulanması uygun olmayabilir. İkinci olarak, ispat hakkının sınırlanmasını gerektiren sebepler lex arbitri dışında başka bir hukuktan kaynaklanabilir. Bu çalışmanın amacı, ispat hakkının tahkimdeki sınırlarını ve bu sınırların tabi olduğu hukuku belirlemektir. Bu çalışma da uygun terminolojiyle ilgili problemlere de yer verilmiş ve tahkimde kullanılması gereken Türkçe kavram ve terimler de belirlenmeye çalışılmıştır.

Dipnotlar

1 – Dr. Öğr. Üyesi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Hukuk Bilimleri Anabilim Dalı.

2 – Arş. Gör. Dr., İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukuku Anabilim Dalı.

3– Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Hukuk Tarihi Anabilim Dalı.

4 – Anadolu Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı.

5 – Dr. Araştırma Görevlisi, Dicle Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Ticaret Hukuku Anabilim Dalı.

6 – Arş. Gör. / Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi.

7 – Dr. Öğr. Üyesi, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku ABD.

8 – Dr., Türkiye Felsefe Kurumu Derneği.

9 – Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, İstanbul, Türkiye.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

57

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.