Akademik Hukuki Çalışmalar – Ekim 2020

Ekim ayı akademik hukuki çalışmalarından seçerek yaptığımız bu listede COVID-19 salgınının hukuki boyutlarına ilişkin makaleler de bulunuyor. Öğretici ve keyifli okumalar diliyoruz.10 min


51

Ekim ayı akademik hukuki çalışmalarından seçerek yaptığımız bu listede COVID-19 salgınının hukuki boyutlarına ilişkin makaleler de bulunuyor. Öğretici ve keyifli okumalar diliyoruz.

Anıl İbrahim BAKIRCI, “Devletin Hukuki Kişiliği”, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilimdalı, Yüksek Lisans Tezi, 2020*

Özet

Devlet tarihi varlığı ile kavranması, anlamlandırılması, tanımlanması zor bir kavram ve olguya tekabül etmektedir. Modern devletin gelişimi ile beraber bugünün hâkim devlet modeli olan ulus devlete ulaşılmıştır. Modern devletin ilk görünümü olan Kral-devlet’inde devletin bütünlüğü, birliği ve sürekliliği Kral’da taşınan siyasi beden üzerinden kavranırken ulus devlet ile beraber devlet toplumsal bir beden şeklinde tek bir beden olarak düşünülür.Devletin soyutlanması siyasi beden ve toplumsal beden kavramları ile karşılanır. Böylelikle devletin öncelikle Kral’dan akabinde bugünün kamu hukuku paradigması çerçevesinde unsurlarından bağımsız düşünülmesi süreci başlamış olur. Devletin hukuki kişiliği, temelde devletin hukuken nasıl nitelendirileceğini anlatmaktadır. Bu nitelendirme bir tüzel kişiliğe sahip bir hukuk sujesini ifade eder. Devlete atfedilen tüzel kişilik, devleti unsurlarından bağımsız bir biçimde bütün ve sürekli bir varlık kılarken üst bir gerçeklik olarak kuracaktır.

Ferhat KAYIŞ[1], “COVID-19 (Koronavirüsü) Nedeniyle İşyeri Kira Sözleşmelerinin Yeni Koşullara Uyarlanması”, Yaşar Hukuk Dergisi 2/2 (2020): 26-33*

Alptekin Burak BOYDAK[2], “Sağlık Çalışanlarının ‘COVID-19’ Karşısında Hukuken Korunması”, Türkiye Klinikleri Tıp Etiği-Hukuku-Tarihi Dergisi 28/3 (2020): 415-420*

Özet

Sağlık çalışanlarının hakları konusu, tıp hukukunun önem atfettiği inceleme alanlarından birini oluşturmaktadır. Görevlerini icra ederken birçok riskle karşı karşıya kalan hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının bu risklere karşı ne gibi haklara sahip olduğu ve hukuk düzeni tarafından nasıl bir koruma altına alındığı konusu özellikle salgın hastalıklar karşısında daha da önem arz etmektedir. Bu çalışmada, Dünya Sağlık Örgütünün pandemi olarak ilan ettiği koronavirüs hastalığı-2019 [coronavirus disease-2019 (COVID-19)] ile mücadelede ön safta yer alan sağlık çalışanlarımızın bu hastalığın önlenmesi noktasında görevlerini icra ederken uğradıkları zararın en aza indirilmesi ve bir zarar ile karşılamaları hâlinde nasıl bir hukuki koruma altında olabilecekleri hususu tıp hukuku ile iş sağlığı güvenliği ve sosyal güvenlik hakkı özelinde irdelenmiştir. Bu irdelemede konu ile ilgili mevzuat hükümleri incelenmiş, bunların somut olayda hekimlerimizi yeterince koruyup korumadığı da değerlendirilerek görüş ve önerilerde bulunulmuştur. Ayrıca salgın hastalık ile mücadele eden sağlık çalışanlarımızın ciddi bir sosyal risk ile karşı karşıya olması nedeni ile hukuki koruma mekanizmalarından yararlandırılmaları gerekmektedir. Bu mekanizmalardan biri olan, meslek hastalığına karşı yardım sağlayan hükümlerden sağlık çalışanlarının hangi şartlarda faydalanabileceği de bu çalışmada incelenmiştir. Doğal olarak bu noktada bir kanaate varılabilmesi çin COVID-19’un sağlık çalışanları açısından bir meslek hastalığı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği de bu araştırmada hukuki bir incelemeye tabi tutulmuştur.

Recep KAHRAMAN[3], “Bulaşıcı Hastalıklara İlişkin Tedbirlere Aykırı Davranma Suçu (TCK md 195)”, İstanbul Hukuk Mecmuası 78/2 (2020): 737-767*

Özet

Korona virüsü gibi bulaşıcı hastalıklar, toplumda salgınlara, sosyal ve ekonomik zararlara neden olabilen hastalıklardır. Bu sebeple bulaşıcı hastalıklarla mücadelede kamu sağlığının korunmasına ilişkin alınan tedbirler önem arz etmektedir. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele ederek kamu sağlığının korunması amacıyla, yetkili makamlar tarafından alınan karantina tedbirlerine aykırı hareket edilmesi 5237 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Madde 195’de yer alan suç tipinde, bulaşıcı hastalığa yakalanan ya da bulaşıcı hastalıktan dolayı ölmüş olan kişinin bulunduğu yere ilişkin olarak karantina önlemlerinin yetkili makamlar tarafından alınmış olması gerekir. Bulaşıcı hastalığın türü, yayılma şekli veya kapsadığı alan suçun unsurlarının oluşumu için önemli değildir. Karantina tedbirleri, uygun araçlarla topluma duyurulmalıdır. Suçun tamamlanması için hastalığın başkalarına bulaştırılması ya da birilerinin hastalıktan dolayı zarar görmüş olması gerekli değildir. Cezalandırma faaliyetine dahil edilmesi ihtiyacı hasıl olan hareket tipi, bulaşıcı hastalıkla alakalı tedbirlere uymama şeklinde ortaya çıkmaktadır. Tedbirlere aykırı davranmanın aktif ya da pasif hareketlerle gerçekleştirilmesi mümkündür. Ancak hareketlerin, mevcut bulaşıcı hastalığın yayılmasını engellemek amacıyla alınan tedbirleri ihlal etmeye elverişli olması gerekir. Yetkili makamlar tarafından alınmış olan tedbirlere aykırı hareket edilmesiyle birlikte suç tamamlanmış olur. Madde 195’de yer alan suç tipi şikayete tabi olmayıp yaptırım olarak hapis cezası öngörülmüştür.

Seda ÖZMUMCU[4], “Dünyada ve Ülkemizde Online Uyuşmazlık Çözümleri Bağlamında Online Tahkim ve Uygulamaları”, İstanbul Hukuk Mecmuası 78/2 (2020): 431-454*

Özet

Bu makale, dünyada 1990’lı yıllardan itibaren internetin icadı ile başlayan ve yakın zamanlarda giderek daha da etkin hale gelen online uyuşmazlık çözümleri bağlamında online tahkim ile ilgilidir. Günümüzde büyük bir hızla gelişen teknoloji, beraberinde uyuşmazlık çözümlerine farklı ve yeni bir bakış açısı getirmektedir. Bu yeni yaklaşım, uyuşmazlıkların çözümünün klasik yöntemlerle yüz yüze duruşma veya oturumlar şeklinde yapılması gibi geleneksel anlayışı değiştirerek, gerçek dünyayı internet üzerinden siber ortama taşımayı öngörmektedir. Dünyada tahkim ve arabuluculuk gibi alternatif uyuşmazlık çözümleri, çeşitli ülkelerde kurumsal olarak muhtelif kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu kuruluşların bir bölümü, 2010 yılından itibaren uygulamalarını online uyuşmazlık çözümleri kapsamında da genişletmiş bulunmaktadır. Özellikle 2015 yılından itibaren bazı ülkelerdeki tahkim kurumlarının, online uyuşmazlık çözümleri bağlamında offline tahkimi, internet üzerinden siber ortamda gerçekleştirmek amacıyla, kendi bünyelerinde online tahkim kurallarını düzenledikleri görülmektedir. Çalışmamızda bu konu ile ilgili dünyadaki çeşitli kurumların online tahkim uygulamalarından örneklere yer verilmektedir. Ülkemizde ise, 6570 sayılı İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu ile uyuşmazlıkların alternatif yollarla çözümü amacıyla kurulan İstanbul Tahkim Merkezi, bu alanda hizmet veren ilk ve aynı zamanda genç bir kurumdur. Günümüz teknolojilerinin uyuşmazlık çözümü üzerine getirdiği bu önemli etkiler, COVID-19 salgını ile bambaşka bir görünüm kazanmıştır. Adalete erişim ve hak arama özgürlüğü belirli ölçülerde online ortama taşınmaya başlamıştır. Bu bağlamda İstanbul Tahkim Merkezi’de internet ortamında online yapılacak duruşmalara ait kural ve esaslarını yakın bir zamanda yayınlamıştır. Online uyuşmazlık çözümleri kapsamında, online tahkim açısından hızlılık, etkililik ve az masrafla uyuşmazlıkların çözümü, bu sürecin olumlu yönlerini meydana getirmekle birlikte, online ortamda gerçekleştirilen tahkim yargılamasının bazı olumsuz yönleri de bulunmaktadır. Hiç şüphesiz internete erişim bakımından ortaya çıkabilecek teknoloji tabanlı teknik sorunlar; COVID-19 salgını ile daha da hızlanan teknolojik gelişmeler aracılığı ile süratle çözümlenebilecektir. Fakat asıl sorun, internete erişimden daha da öte adalete erişim noktasında adil yargılanma, hukuki dinlenilme hakkı gibi yargılamanın temel ilkelerinin online tahkim ortamında da gerçekleştirilmesini sağlamak, adil ve adaletli kararlar verilmesini yerine getirmektir. Makalemiz, COVID-19 ile birlikte bu konular üzerinde yeniden düşünmeyi hedeflemektedir.

Metin BULUT[5], “Özel Bir Hukuksal Koruma ve Veri Kategorisi Alanı: Hassas Kişisel Veriler”, Ankara Barosu Dergisi 2020/3: 99-150*

Özet

Hassas kişisel veriler, özel nitelikli kişisel veri kavramlaştırmasıyla ulusal ve uluslararası alanda hukuksal düzenlemeye konu olan ayrıcalıklı veri kategorilerini oluşturur. Bilgi teknolojilerindeki hızlı dönüşümün ortaya çıkardığı riskler ve bilgiye erişim ağlarının büyümesi hukuk oluşturma sürecinde hassas verileri ulusal ve küresel boyutlarda özel hale getiren önemli bir faktördür. Kişisel verilerin alt kategorisine ait olan özel nitelikli kişisel veriler, açıklanması ve başkaları tarafından erişilmesi halinde kişinin toplum içinde ayrımcılığa uğramasına veya mağdur edilmesine yol açacak inanç, politik-ideolojik görüş, adli sicil kayıtları, biyometrik ve genetik veriler, ırk, etnik köken ve sağlık bilgileri ile cinsel yaşam gibi yüksek duyarlıklı bilgi türlerini içerir. Bu nedenle kişi güvenliği, temel haklar, özel yaşam, gizlilik, çalışma hakkı, demokratik katılım ve toplumsal saygınlığın korunması, genel kişisel verilere kıyasla hassas veriler düzeyinde daha çok önemsenen hukuksal menfaat alanlarını betimlemektedir.

Seda ARSLAN DURMUŞ[6], “COVID-19’un İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bakımından Değerlendirilmesi”, İstanbul Hukuk Mecmuası 78/3 (2020): 363-393*

Özet

COVID-19 hastalığı (Korona virüs), Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkmış ve tüm dünyada hızla yayılmıştır. Salgın, çalışma yaşamını derinden etkilemiş ve bu sebeple çalışma hayatına dair birçok yeni düzenleme yapılmıştır. Pandemi döneminde iş sağlığı ve güvenliği hukuku ise işçi-işveren ilişkisine dair en çok etkisini gösteren alanlardan biri olmuştur. İşveren, COVID-19 hastalığının işyerinde yayılmasını engellemek için alması gereken her türlü önlemi almakla yükümlüdür. İşverenin yükümlülüklerine aykırı hareket etmesi, şüphesiz ki sorumluluğunu gündeme getirecektir. Bu noktada COVID-19 hastalığının iş kazası veya meslek hastalığı bakımından değerlendirilmesi söz konusu olmaktadır. COVID-19’un iş kazası veya meslek hastalığı sayılıp sayılmayacağı hususu, öğretide ve uygulamada tartışmalı konuların başında gelmektedir. COVID-19 virüsüne bağlı bedensel veya ruhsal bir zarar ortaya çıktığında, koşullar varsa iş kazası olarak nitelendirilebilecektir. Bunun gibi COVID-19 hastalığının meslek hastalığı olarak nitelendirilmesi de mümkündür. Sağlık çalışanları bakımından ise konuyu ayırarak incelemekte fayda vardır. Çalışmamızda iş kazası ve meslek hastalığı kavramları üzerinde kısaca durulduktan sonra COVID-19’un neden iş kazası sayılması gerektiği açıklanacaktır.

İmge IŞIKLAR ÜLGEN, “Türk Vergi Hukukunda Çift Defter Tutma Suçunun Unsurları”, Ankara Üniversritesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilimdalı, Yüksek Lisans Tezi, 2020*

Özet

Devletlerin en önemli gelir kaynaklarından biri vergilerdir. Kamu giderlerinin finansmanında vergiler önemli bir yer tutmaktadır. Buna karşılık vatandaşlarda mali varlıklarını korumak adına vergiye karşı bir tutum gelişmektedir. Bu tutum vergiyi doğuran olayı meydana getiren eylemlerden kaçınma ya da yasal olmayan yollara başvurarak vergi kaçırmak şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Yasal olmayan yollara başvurarak vergi kaçırma fiillerini önlemek amacıyla bu fiillere karşılık bazı yaptırımlar öngörülmektedir. Ülkemizde de 213 sayılı Vergi Usul Kanunu‘nun 359. maddesinde vergi kaçakçılığı fiilleri ve bu fiiller için öngörülen yaptırımlar düzenlenmektedir. Bu tez çalışmasının konusunu da bu maddede düzenlenmiş olan ve çift defter tutma suçu olarak da adlandırılan defterlere kaydı gereken hesap ve işlemlerin vergi matrahının azalması sonucunu doğuracak şekilde tamamen veya kısmen başka defter, belge veya diğer kayıt ortamlarına kayıt edilmesi suretiyle işlenen kaçakçılık suçu ve bu suçun ceza hukukundaki genel suç teorisinde yer bulan suçun unsurları yönüyle değerlendirilmesi oluşturmaktadır.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde vergi suç ve cezalarına genel olarak değinilmiş ve mali nitelikli suçlar ve cezalar ile ceza hukuku anlamında suçlar ve cezalar ayrımı irdelenmiş, Türk hukukunda çift defter tutma suçunun nedenleri ve Türkhukukunda çift defter tutma suçunun tarihsel gelişimi değerlendirilmiştir. İkinci bölümde, Türk Ceza Kanunu suç teorisi açısından çift defter tutma suçunun unsurları incelenmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümde, çift defter tutma suçunun özel görünüş biçimleri ile kovuşturma usulüne değinilmiştir.Son olarak ise, çift defter tutma suçu ile ilgili değerlendirme yapılmış ve önerilere yer verilmiştir.

Irmak HIZLI, “Anonim Şirket Payları Üzerinde Rehin Hakkı Kurulması”, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2020*

Özet

Çalışmamızın birinci bölümünde, çalışmamızın konusunun temelini oluşturan anonim şirket payları anonim şirketteki anlamları ve türleri bakımından incelenmiştir.

TTK’nın 329 uncu maddesinde anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş şirket olarak tanımlanmış bulunduğundan, pay kavramı, anonim şirketlerde temel kavramdır. Anonim şirkette pay; esas sermayenin bir parçası, pay sahipliği mevkii, ortaklık haklarını içeren belge ve pay senedi olmak üzere dört anlama gelmektedir.

Anonim şirketlerde pay”lar, şirketin kuruluşu veya sermaye artırımı ile hamiline veya nama yazılı olarak doğabilir. Her ne kadar doktrinde tartışmalı olsa da anonim şirket paylarının, pay senedi bastırılmaksızın hamiline yazılı veya nama yazılı olabileceği doktrinde ve Yargıtay kararlarında kabul görmüştür. Nitekim pay senedine bağlanmamış hamiline yazılı ve nama yazılı olarak çıkarılan anonim şirket payları çıplak pay olarak ifade edilmektedir. Çıplak paylar, her türlü hukuki işleme konu olabilmektedir.

Diğer taraftan, anonim şirket payları hamiline veya nama yazılı olarak, TTK bakımından kıymetli evrak ve SPKn bakımından menkul kıymet ve sermaye piyasası niteliği haiz pay senetleri ile tasvir edilebilir. Pay senetleri alacak hakkı veren senetlerden farklı olarak sahibine mali hakların yanı sıra ortaklık hakkı da sağlamaktadır. Ortaklık hakları, alacak hakları gibi kullanılmakla tükenmeyip belli dönemlerde tekrarlanmaktadır.

Halka açık şirketlerin ve ihraç edilen payların miktarlarının artması ile fiziken basılan pay senetlerinin kapladıkları yer, insan gücünün kullanımının artması ve pay senetlerinin güvenliğinin sağlanması gibi hususlar nedeniyle alternatif çözüm yolları aranmıştır. Öncelikle pay senetlerinin münferit saklanmasından toplu saklanmasına, daha sonra toplu senede ve son olarak kaydi sisteme geçiş yapılmıştır.

Kaydi sistemde pay senetlerinin fiziken basılması terk edilmiş olup pay bir merkezi saklama kuruluşu nezdinde bulunan hesaplarda senetlerinin elektronik ortamda kayıtlarda tutulmaktadır. Kaydi paylar bakımından kıymet hakkı kavramı ön plana çıkmıştır.

Çalışmamızın ikinci bölümünde ise rehin hakkı incelenmiş olup, rehin hakkı taşınmaz eşya, taşınır eşya veya hak ve alacak üzerinde tesis edilebileceği gibi bir anonim şirket payı üzerinde de tesis edilebilmektedir.

Birinci ve ikinci bölümde açıklanan hususlar ışığında üçüncü bölümde anonim şirket paylarını çıplak pay, nama yazılı pay senedine bağlanmış pay ve hamiline yazılı pay senedine bağlanmış pay olarak ele aldığımızda anonim şirket payları üzerinde rehin hakkının kurulması bakımından farklılıklar meydana gelmektedir.

Çıplak paylar üzerinde rehin hakkı tesis edilmesi senede bağlanmamış alacaklar üzerinde rehin hakkının tesis edilmesi niteliğinde olup yazılı rehin sözleşmesi ile rehin hakkı kurulmaktadır.

Nama yazılı ve hamiline yazılı pay senetleri üzerinde kurulan rehin hakkının TMK anlamında diğer haklar üzerinde rehin olarak değerlendirilmesi gerektiği doktrinde ileri sürülmektedir.

Hamiline yazılı pay senetleri üzerinde rehin hakkının kurulması durumunda teslime bağlı taşınır rehnine ilişkin hükümler uygulama alanı bulmaktadır ve senetin zilyetliğinin devredilmesi gerekmektedir. Nama yazılı pay senetleri üzerinde rehin hakkının kurulması amacıyla ise zilyetliğin devrinin yanında rehin amacıyla yazılı devir beyanı veya ciro gerekmektedir.

Kaydi paylar bakımından ise TMK’nın teslime bağlı taşınır rehni hükümleri uyarınca sermaye piyasası araçları üzerinde rehin hakkı kurulması mümkündür. Ancak TMK hükümlerinin sermaye piyasalarının hızlı işleyişine uyum sağlayamaması ve uluslararası düzenlemelere ayak uydurulması amacıyla SPK’nın 47 nci maddesi ile sermaye piyasası araçlarının teminat sözleşmelerine konu edilmesi düzenlenmiştir. Nitekim halka açık açık anonim şirket payları da sermaye piyasası aracı kapsamında bulunmaktadır. Anonim şirket paylarının bir sözleşme ilişkisinde TMK’nın rehin hükümlerinden farklı olarak teminat sözleşmelerine konu edilmesi mümkündür. SPKn anılan düzenleme ile rehin düzenlemelerinden farklı esaslara yer vermiştir. Çalışmamızda sermaye piyasası araçlarının teminat olarak gösterilmesi bakımından sözleşmenin kurulmasına ilişkin esaslara değinilmiştir.

Dipnotlar

1 – Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Ticaret Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

2 – İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Hukuk Müşavirliği.

3– Necmettin Erbakan Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Maliye Anabilim Dalı, Dr. Öğr. Üyesi.

4 – İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Özel Hukuk Bölümü, Prof. Dr.

5 – Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.

6 – Çukurova Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı, Dr. Arş. Gör.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

51

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.